Yaratanın milyonlarca canlı arasında sadece insana bahşettiği bu derece gelişmiş beynimizi ve sinir sistemimizi tanımıyoruz ve buna rağmen eğitim yapmaya cesaret ediyoruz. Okumuş veya cahil, hepimiz, az çok diğer organlarımızı tanırız. Midemiz, bağırsaklarımız, böbreklerimiz, ciğerlerimiz hakkında bilgimiz vardır. Ne dokunur, ne iyi gelir, nasıl korunur; sorarsanız herkes cevabını verir. Sıra beyne gelince iş değişir. Beynin öğrenme fonksiyonları nedir, öğrenme nasıl gerçekleşir, hafıza nedir, bilinç ve bilinçaltı nedir, sinir sitemi ile bağlantıları nelerdir, beynimizden nasıl yararlanırız, bu değerli organı nasıl koruruz, nasıl dinlendiririz bunların cevaplarını alamazsınız. Oysa eğitim; beynin bilgi ile donatılması, uygulama ve tekrarla bu bilgilerin kullanılabilir hale getirilmesidir. Öğretmen ve eğitimciler beyni tanımazsa ne olur? – Eğitimde bugün aldığımız sonuç ortaya çıkar.

Eğitim Bakanlığı’nın ilk yapacağı iş, tüm öğretmen okullarına beyni en önemli ve başta gelen ders olarak koymasıdır. Daha da ötesi, kendisine amblem olarak insan beynini seçmesidir.

Beynimizi ne derece tanımadığımızın en iyi göstergesi aşk kavramıdır. İnsan nasıl aşık olur? Aşkın oluştuğu organımız kalp midir, yoksa beyin midir? Aşkın sembolü olarak niçin kalp resmi çizilir? İyi de, bunun eğitimle ne ilgisi var demeyin. Her şey dönüp dolaşıp, beynimizi yeterince tanımadığımız gerçeğine dayanıyor. Beynimizi yeterince tanımadan, eğitim yapamayız. Kırk yılı aşkın eğitim hayatımda Türk insanına en yakın ve en gerekli yabancı dil öğrenme ve konuşma yöntemini bulmaya çalışırken, insan beynini yakından tanımak ihtiyacı doğdu. O zamanlar insan beyninin sekizinci kopyası bile diyemeyeceğimiz bilgisayarlar da günlük yaşamımıza henüz girmediğinden, bize beynin öğrenme fonksiyonlarını öğretecek ne kaynak ne de bilim adamı bulabiliyorduk. Beyin uzmanları, bu organımızı tıbbi açıdan tanıyor, gerekirse en kritik ameliyatları başarı ile yapabiliyorlar, ancak eğitim açısından bize yardımcı olamıyorlardı.  Bilim adamlarının bu konuda yazdığı karanlık yüzlü makaleleri anlamak mümkün değil. Yeri gelince mangalda kül bırakmayan bu muhterem kişiler ya sadece kendileri için yazıyorlar ya da özellikle bir şey anlaşılmasın istiyorlar. Hasta olursunuz, doktor reçete yazar, gider eczaneden alırsınız. Kutudan çıkan açıklamayı doktor olmadığı halde anlayabilen bir kişi çıkarsa, ellerini öperim. Bana benim dilimde, ukalalık etmeden anlatsana. Korkma Türkçemiz her konuyu anlayabileceğimiz şekilde ifade edebilecek güçtedir. Yeter ki sen kendi dilini tanı ve  önemse.

Dünyanın en gelişmiş kimya laboratuarı gibi çalışan vücudumuzun idare merkezi beynimizdir. Organlarımızla beynimiz arasındaki iletişim sinir sistemimizle sağlanır. Vücut enerjiye mi ihtiyaç duydu, durumu beyne iletir, beyin hemen acıkma duygumuzu harekete geçirir. Şeker stoku azaldı diye sipariş gelince, canımız tatlı ister. Kan dolaşımından, sindirimimize kadar milyonlarca işlevi bize danışmadan yönlendiren beyin, istençli davranışlarda bizimle danışıklı hareket eder. Her an hiç önemsemeden yaptığımız çok basit hareketlerin bile gerçekleşmesi aslında bir mucizedir. Mesela, gözlerinizi kapayıp, başparmağınızı hızla burnunuzun ucuna değdirin. Iskalamadan bu hareketi yapabilmeniz için beyniniz 1600 den fazla komutu peş peşe sıralamış demektir.

Hayvanların da beyni vardır. Ancak doğa şartlarına ayak uydurabilecek şekilde planlanmıştır. Hayvan, yaşamı ve doğayı olduğu gibi kabul eder. İrdelemez, değiştirmeye çalışmaz, ilerlemek için hamle yapmaz… At, vücuduna konan sineği, o noktada derisini titreterek kovar. Oysa insan bu hareketi yapamaz. Yüz binlerce farklı yaratığın beynine farklı programlar kaydedilmiş, davranışları planlanmıştır. Doğada disipline edilemeyen tek varlık insandır.

Bilim adamlarımız duymasın, ben şahsen beynimizin yapısını İstanbul’a benzetirim. Sol yarıküre Beyoğlu Yakası, sağ yarıküre Anadolu Yakası ve Corpus Collasum denen iki küre arasındaki bağlantıyı sağlayan sinirsel kordon da Boğaz Köprüsü…

Mantık, irdeleme, gerçekçi düşünce, dilbilim, fiziksel duygular ve pozitif ilimler Beyoğlu Yakası’nda yerleşiktir. Bu yakanın belediye başkanı dijital yöntemle hizmet verir. Endüstriyel ve başarı odaklı toplumlarda ağırlık Beyoğlu Yakası’na verilmiştir.

Anadolu Yakası’nda ise hayal gücü ve sanatsal beceriler ön plandadır. Sezgisel, grafiksel karmaşık modellemelerin yer aldığı bu yakada, fiziksel farkındalık da yer alır. Belediye başkanı, analojik kıyaslama yöntemi ile çalışır. Özet olarak; tabaklar, çanaklar, bardaklar Beyoğlu Yakası’nda imal edilir, Anadolu Yakası’nda üzerlerine desenler çizilip boyanır. Sağlıklı ve etkin bir eğitim için beynin her iki yarısının aynı anda ve iletişimli olarak devreye sokulması gerekir.  Okul müfredat programları Beyoğlu Yakası’na ağırlık vererek hazırlanmıştır. Eğitimde başarısızlığın ana sebebi budur. Beynin iki yarısını aynı anda devreye sokmadan, diğer bir deyişle sağ yarısından yararlanmadan yapılan öğretimin verimli olması düşünülemez.  Korku ve gerginlik; öğrenmenin düşmanı, fiziksel güçlerin kamçısıdır. Korku nedeniyle böbrek üstü bezlerin salgıladığı adrenalin maddesi artar ve beyne giden sinir hücrelerinin arasını tıkayarak, iletişimi bloke eder. Bu durumda beynin öğrenme kapakları kapanır. Buna karşılık fiziksel gücümüzün normal kapasitesi artar. Azgın bir köpeğin kovaladığı adam, canını kurtarmak için birkaç misli hızla koşmaya başlar. Savaş sırasında da aynı fiziksel özellikler ortaya çıkar. Beynin yargılama gücü azalır, cesaret artar. Deli cesareti dedikleri, beynin yargılamadan yoksun olmasıdır. Sözün kısası, korku ve gerginlik beynin çalışma gücü ile ters orantılıdır. O halde, öğrencileri sınav ve kırık notla, sert davranışlarla korkutan öğretmenler ve veliler bilmeden çocuğun beynindeki öğrenme kapaklarını kapatmaktadır. Yani, mantar ile tıkalı şişeye su doldurmaya çalışmak gibi bir şey. İnsan beyni korku ve gerginlik halinde Beta dalgaları yayınlar. Bu yayının arasına girip eğitim yapamazsınız.

Bir şey öğrenmek veya öğretmek istiyorsak beynin öğrenme işlemine hazırlanması gerekir. Bugün, bir ses kayıt cihazı bile, önceden hazırlamazsak kayıt yapmaz. Sağlıklı bir ses kaydı için cihazın hazır duruma getirilmesi kadar, kayıt odasının da uygun olması, gürültüye karşı önlemlerin alınması şarttır. Beynin öğrenime hazırlanması ise başta gerginliğin giderilmesine ve bol oksijene bağlıdır. Bunun için normalde 90-95 olan nabız atışının 65’e düşmesi ve damarlardaki kan akışının rahatlaması gerekir. Batı’da Vivaldi ve Bach, bizde de Mevlevi müziği nabız atışını istenen sayıya indirmektedir. Bu sağlanınca beyin öğrenmeye en açık Alfa durumuna geçer ve öğrenme kapakları açılır. Böylece öğrenme kapasitesi inanılmayacak boyutlara ulaşabilir.  Bu arada öğrenme ortamı da çok önemlidir. Dersliklerin sade ve rahatlatıcı, huzur verici olmasına ve uygun renkler seçilmesine dikkat edilmelidir. Artık bir bilim haline gelen renklerin her birinin farklı psikolojik etkiler yarattığı anlaşılmıştır. Siyah, kırmızı ve gri gibi renklerden kaçınmalı; bej, açık kakao, yosun yeşili, pastel renkler tercih edilmelidir. Ucuz da olsa, pencerelerde perde ve çiçek önemlidir. Lüks olması gerekmez, basma perdeler ve ninelerimizden hatırladığımız fesleğenler de aynı görevi yapar. Duvarlarda rahatlatıcı resimler önem taşır. Metal eşya öğrenimi geri iter. Ahşap sıralar tercih edilmelidir. Öğretmenin; öğrencilere tepeden bakan kürsü yerine, nal şeklinde sıralanmış masaların boşluğunda, öğrencilere kanat gerer pozisyonda oturması faydalı olur.

Bulgar ruh bilimci Prof. Lozanov, öğrenmeyi yeniden keşfetmiş bir bilim adamıdır. Uzakdoğu’da ve Hindistan’da yaptığı araştırmalar sırasında, zekaca hiç de üstün sayılmayacak öğrencilerin şaşılacak kadar kısa sürede koca din kitaplarını ezberleyebildiklerini görmüş, sonuçta yukarda saydığımız özellikleri şu veya bu şekilde yerine getirerek böyle bir sonuca ulaştıklarını görmüştür. Dönüşünde Sofya’da kendi adına kurulan enstitünün başına geçerek bilinçaltı uygulama yöntemiyle çok kısa sürede dil öğretim yöntemlerini geliştirmiştir. Formülünü tam olarak vermese de öğrencilere yabancı dilde haftada 1650 kelime ezberletebildiği söylenmektedir.

Yapılan araştırmalar, Milat’tan 3000 yıl önce Mısır’da da beynin Alfa durumundan yararlanarak eğitim yapıldığını göstermiştir. Gene, yüzyıllar önce, Yunanlı papazların bol oksijenli mağaralarda trans haline geçen öğrencilerin kulaklarına fısıldayarak, İncil’i kısa sürede ezberlettikleri ortaya çıkmıştır. Bizde de, hafızların Kuran’ı hatmederken, caminin insana rahatlık veren, gerginliğini gideren ve farkında olmaksızın nabız atışlarımızı yavaşlatan ruhani havasından yararlandıkları bir gerçektir.

Çocuklar da oyun oynarken aynı şartlara sahiptir. Ana dillerini de onun yardımı ile öğrenirler. Bugün, gelişmiş toplumlarda, eğitimde oyun ve müzik en etkin yardımcılar durumuna gelmiştir. Özet olarak söylemek istediğim şu: Beynimiz diğer organlarımızın yanında bir uzay gemisidir. Araba ehliyeti ile uzay gemisine kumanda edemeyiz.


“Eğitim çok önemli” diye diye bu hale geldik adlı kitaptan alınmıştır.

— Uğur Doğrugüven